Türk bilim kadınları, ufukları zorluyor

 

Uludağ Üniversitesi,  “V. Bilgilendirme ve Ar-Ge Günleri”nde genç yaşta elde ettikleri başarıları ile bilim dünyasında büyük takdir toplayan iki Türk kadınını ağırladı. ABD’de “Bilimin Mevlanası” olarak tanınan Harward Üniversitesi ve Massachusetts Institute of Tecnology’de (MIT) görev yapan Dr. Canan Dağdeviren ile “İnsan Genomu” projesinde dünyaca ünlü Prof. Ronald W. Davis’le birlikte çalışan Dr. Naşide Gözde Durmuş, bilim dünyasına katkılarını ve bundan sonra yapmayı düşündüklerini anlattı.

Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde düzenlenen  “Yaşamın Her Alanında Teknoloji “ konulu panel, büyük ilgi gördü.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabalim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Engin Sağdilek’in yönettiği panelde, genç yaşında elde ettiği başarılar nedeniyle Amerikalıların “Bilimin Mevlanası” adını verdikleri Dr. Canan Dağdeviren “Yenilik Kalpte Başlar: Giyilebilir Biyonik tercümanlar”, Stanford Üniversitesi Genom Teknoloji Merkezinde “İnsan Genomu” projesinde görev yapan Prof. Ronald W. Davis ile birlikte çalışan Dr. Naşide Gözde Durmuş “Nanoteknobiyolojilerin Tıp ve Biyolojide Uygulamaları”,  Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Biyomekanik Anabilim Dalından Prof. Dr. Serdar Arıtan “Spor ve Teknoloji”,  Candaş Şişman ve Deniz Kader  “Sanat ve Teknoloji”, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalından Prof. Dr. Murat Canpolat da  “Temel Araştırmadan Patente Giden Yol” başlıklı konuşmalar yaptı.

CANAN DAĞDEVİREN: ÇILGIN TÜRK KIZI

Fizik okumaya karar verişinden Harvart Üniversitesi ve Massachusetts Institute of Tecnology’ye (MIT) gelişine dek geçen süreci anlatan Dr. Canan Dağdeviren, 4 ay önce, hiç başvurmadığı halde MIT’den profesörlük teklifi aldığını ve ocak ayında kendi grubunu kurarak çalışmaya başlayacağını söyledi. Fransız fizikçi Pierre Curi ve ekibinin 1880 yılında keşfettiği, bazı maddelere mekanik baskıyla elektrik üretilmesi anlamına gelen ve “piezoelektrik” konularında çalıştığını anlatan Dağdeviren, bilim dünyasında adını “giyilebilir kalp pili” tasarlayarak duyurduğunu söyledi. Bunu yapmak istediğinde Amerikalıların kendisine “çılgın Türk kızı” dediklerini hatırlatan Canan Dağdeviren, “Dedemi hiç görmedim çünkü 28 yaşında kalp yetmezliğinden ölmüştü. Ben de hayal yaşımı 28 olarak belirledim ve o yaşa gelmeden kalp hastaları için bir şey yapmaya karar vermiştim. Ve sonunda, kalp kasılıp gevşedikçe, nefes alıp verdikçe üretilen enerjiyi kullandım. Kalbin üzerine yapıştırdım bir sensör sayesinde kalbin ritmini düzenlemeyi  başardım” dedi.

Birçok bilim insanının doğadan ilham aldığını kendisinin ise aile fertlerini kanser, kalp ve beyinle ilgili hastalıklardan kaybetmekten aldığını ifade eden Canan Dağdeviren, parkinson, alzheimer gibi hastalıklarda kullanılan ilaçları başka organlara zarar vermeyecek şekilde sadece beynin ilgili bölümüne gönderen iğne geliştirdiğini dile getirdi ve üzerinde çalıştığı meme kanserinin erken teşhisiyle ilgili çalışmasını şöyle anlattı:

“ZENGİNLİK, GİYDİĞİNİZ ELEKTRONİK ALET SAYISIYLA DOĞRU ORANTILI OLACAK”

“Bunu da meme kanserinden kaybettiğim teyzem için yapacağım. Yapmak istediğim şey,  meme kanserlerinin erken teşhisinde kullanılacak aletler üretmek. Bir ve iki boyutlu malzemelerle aletler yaptım yetmedi. Şimdi üç boyutlu aletler yapmaya çalışıyorum. Bundan sonra dört boyutlu aletler olacak. Bir ilacı içtiğinizde vücutta nereye gittiğini, neler yaptığını, tadını, kokusunu, monitörlerden görebileceksiniz. Ben günümüz tıbbının pijama tarzı olduğunu düşünüyorum. Annenizin babanızın arkadaşlarınızın pijamasını giyebilirsiniz. Size uymak zorunda değil, uyuyabilirsiniz,  ama ben ceket gibi tam üzerinize oturabilecek elbise peşindeyim. Yani kişiselleştirilebilecek tıp. İlerde malvarlığı, parayla pulla değil; vücudunuza giydiğiniz ve değişiklikleri çok rahat gösterebilecek elektronik aletlerin sayısıyla doğru orantılı olacak.”

Bilim dışında müzikle uğraştığını, yemekler yaparak Türk kültürünü tanıtmaya çalıştığını, gençlerin bilimle uğraşmaları için gönüllü çalışmalar yaptığını anlatan Canan Dağdeviren, “Kadınlar yaratıcıdır hassastır, doğurgandır, benim geliştirdiğim aletler gibi kıvrımlıdır ve çok fonksiyonludur. Ben birçok şeyi yapıyorum. Hiçbir şey çalışmadığım zaman Atatürk gibi düşünüyorum, motivasyonumu kendisinden alıyorum” dedi.

YAKIN KIZILÖTESİ IŞINLA KANSER TEŞHİSİ

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalından Prof. Dr. Murat Canpolat da  “Temel Araştırmadan Patente Giden Yol”u kendi çalışmalarından örneklerle anlattı. Buluş ve patent elde edebilmek için hekim kökenli olmayanların tıp fakültelerine girmesi gerektiğini vurgulayan Canpolat, “Toplumun yaşam standardını yükseltmek gerekiyor, akademisyenleri tatmin eden bu olmalıdır” diye konuştu.

Meme kanserini teşhiste yakın kızılötesi ışık kullanılarak hastaya zarar vermeyen, canını acıtmayan, meme üzerine prop konarak 3-4 dakika içinde tümörün yerinin belirlenebildiğini, bugüne kadar pilot çalışma yaptıklarını ve yakında klinik çalışmalarına başlayacaklarını söyledi. 

GRAFİKLERİ DANS ETTİRİYORLAR

Candaş Şişman ve Deniz Kader de geliştirdikleri yazılımla yaptıkları animasyonlardan örneklerle, sanatı, alıcıyla etkileşen hale nasıl getirdiklerini anlattı. İkili, çok da örneği bulunmayan projeksiyon tekniği sayesinde, ses sinyallerini hareketli grafiklere dönüştürerek yaptıkları tasarımlarla yeni bir deneyim ve mecra ortaya çıkardıklarını ifade etti.

NAŞİDE DURMUŞ: ‘GELECEĞE DÖNÜŞ’Ü AŞTIK

Lisede okurken “Genom Projesi” sayesinde genetiğe ilgi duyduğunu, çevresindekilerin kendisine  “bu alanı seçerken Türkiye’de işsiz kalırsın” dediğini, ancak kendisinin bunları dinlemeyerek bilim macerasını başlattığını anlattı. “İnsan Genomu Projesi”nin yürütücülerinden biri olan Prof. Ronald W. Davis ile Stanford Üniversitesi Genom Teknoloji Merkezi’nde araştırmalarını sürdürdüğünü ifade eden Dr. Naşide Gözde Durmuş halen,  nano ve mikro teknolojilerin kanser ve antibiyotik direnci gibi dünyayı tehdit eden sağlık problemleri üzerinde çalıştığını belirtti.

Çalışmalarında motivasyonunu “Geleceğe Dönüş” filminde de öngörülen gelişmelerden aldığını belirten Naşide Gözde Durmuş, “O filmde 2015 yılında geleceğe dönüş gerçekleşiyordu. Bugün o filmde öngörülenlerden çok daha gelişmiş teknolojilere sahibiz. Silikon Vadisi’nin çok yakınındayım ve her gün görüyorum.  Bugün artık kendi kendine giden otomobiller, akıllı telefonlar günlük hayatımızda var. Ama ne yazık ki hâlâ kanseri oluşum aşamasında teşhis edemiyoruz, antibiyotik testinde 1960’ların yöntemlerini kullanıyoruz. Ben de buradan yola çıkarak bir şeyler yapmak istedim. Genetikle başlayıp ilgi alanıma biyomedikali, mühendisliği, tıbbı, informatiği ve matematiği de katarak hastalıkların tedavisinde herkesin kolayca alabileceği ucuz aletler geliştirmeye çalışıyorum” dedi.

HÜCRELERİ UÇURUYOR

Kanser teşhisinde “hücreleri uçurma” fikri üzerine çalışmaya başladıklarını ve yerçekimi ve manyetik alandan yararlanarak hücreleri yoğunluklarına göre ayırmayı başardıklarını belirten Naşide Durmuş, “Kan hücrelerini uçurup kendi yoğunluklarına ayırdık ve kanser türlerini teşhis etmeyi başardık” diye konuştu. Durmuş, buldukları bu yöntemi küçük bir kan örneğinden kanser teşhisinin yanı sıra antibiyotik direncinde de uygulamaya çalıştıklarını kaydetti.

SÜPERBAKTERİ TEHLİKESİ

Yapılan araştırmalara göre 2050 yılında insanlığı, kanserden daha tehlikeli bir “süperbakteri”nin beklediğine işaret eden Naşide Gözde Durmuş, “Bu çok korkutucu. Bu süper bakteriden en fazla geri kalmış ülkelerin etkilenmesi bekleniyor. Nedeni de laboratuvarlarındaki sistemlerin çok yavaş olması. Ben de süper bakteriden korkuyorum çünkü 4-5 sene enfeksiyondan acı çekmiştim. Çok fazla hastanede kaldım. Biz de bunu çözmek için çalışmalar başlattık. Hangi antibiyotiğe tepki verdiğinizi anlamak için iki üç gün beklemeye gerek kalmayacak. İlerleyen zamanlarda,  doktora gittiğinizde bir saat içinde sizi tedavi edebilecek antibiyotiği alıp gidebileceksiniz” dedi.

“SPORDA TEKNOLOJİ VAR AMA KULLANMIYORUZ”

Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Biyomekanik Anabilim Dalından Prof. Dr. Serdar Arıtan “Spor ve Teknoloji” başlıklı sunumda teknolojiyi ve bilimi kullanarak insan performansının sınırlarının nasıl geliştirilebileceğini örneklerle anlattı.

Kendi yazılımlarını yaparak markerler takarak hareketi üç boyutlu hale getirip istedikleri şekilde ölçmeye başladıklarını ifade eden Arıtan, antrenörlerin göremeyeceği şeyleri görebilir hale geldiklerini söyledi. Arıtan, futbolcunun kalenin dışına doğru vurduğu topun kavis çizerek gole dönüşmesinin de, hem futbolcu açısından hem de top modellemesi açısından tamamen teknik bazı hesaplamalarla yapıldığına dikkat çekerek, “Biz hâlâ dünya kupalarında gol atmaya çalışıyoruz. Ama ne yazık ki Türkiye’de bizden kimse bir şey istemiyor” diyerek spor otoritelerine sitem etti.

Konuşmaların ardından Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay, panelistlere teşekkür etti. 

Sosyal-Paylaşım

Anasayfaya Dön Son Haberler Haber Arşiv

Haber Tarihi : [18-Mar-2016]

Haber Görüntüleme : 3.757 - 0